24 Temmuz 2013

Amsterdam rüyası


Avrupa seyahatimizin 2.durağı için uçuşumuz 1,5 saat kadar sürüyor. Alp dağlarının yolun bir kısmında heybeti ile görsel olarak bizi oyalaması dışında uçuş tam bir facia. Bu uçuşa kadar KLM'i iyi bir hava yolu şirketi olarak bilirdim. Şehirler arası otobüs firmaları bile daha konforluydu. Comfort class uçmamıza rağmen kendimi double ekonomi hissettiğim bir yolculuk. 20 yaşındaki uçak ve ani manevraları ile yol boyu kalbimiz ağzımızda gitmemize sebep olan pilotta cabası. Derin bir ohh çekerek iniyorum Sciphol hava limanına.



Sonunda! özgürlükler ülkesi , kuzeyin Venedik'i Hollanda'nın başkenti Amsterdam'dayız. Ülkemizdeki kısıtlanmış hayatlarımızı düşünürsek Amsterdam bizde baş dönmesi yapabilir. Ama diş teli ile konuşulması gereken dil Flemekçe sizi kısa sürede kendinize getirecektir :)

Museumbrug köprüsü- Rijkmuseum karşısı

Amstel ırmağı kıyısındaki bir balıkçı kasabasıymış Amsterdam. Bazı bölgeleri deniz seviyesinin altında. Bir kaç adadan oluşan daha çok bataklık olan şehri İskandinavya'dan getirdikleri keresteleri kullanarak inşa etmişler. Kanallar 14. yüzyılda açılmış, keresteler ile temeller atılarak yapılar inşa edilmiş ve bu gün hayranlıkla izlediğimiz o evler yapılmış. Bugün yapıların çoğunluğu 17. yüzyıldan kalma, kendine has bir mimarisi var. Kanalların kenarındaki şehrin simgesi haline gelmiş evler oldukça bakımlılar fakat gözle görülür biçimde birbirlerinin üstüne yaslanmış durumdalar, bu da Amsterdam'ın birgün sular altında kalacağının habercisi gibi :( Merkezden başlayarak genişleyen halkalar kanallar şehri rüya kenti yapan en önemli görsel. 165 kanalı ve 1280 tane köprüsü olan bir şehir için rüya değil de ne denebilir ki? 

Museum Plane de şımarmalar..

Haziran ayının ortasında gitmemize rağmen hava kuzey ülkesinde olduğumuzu hatırlatmakta gecikmiyor. Roma'nın kavuran sıcağından sonra buranın havası çok iyi geldi. 3 gün boyunca yağmur yağmaması büyük şans, pek görülen bir durum değilmiş. Lokal halkın şemsiye almadan çıkmam abi gibi bir durumu var. Haziran ortasında sweatshirt giydiğimiz şehrin kış aylarını kim bilir nasıldır. Gerçi kanallar da beyaz bir rüya içinde olunacağı kesin.. 


Merkez istasyondan başlıyoruz gezmeye, ilk durağımız dam meydanı, damrak caddesi boyunca 5-6 dk.lık bir yürüyüşün ardından ulaşıyoruz.. Meydana geldiğimiz de özgürlükte bu değil herhalde bakışlarındayız. Bir grup genç bağıra çağıra şarkılar söyleyip danslar ediyorlar ve uzaklaşıyorlar. Ardından gösteri yapmaya hazırlanan bir adam şovu için kullanacağı malzemelerini yayıyor dört bir yana.. 



Dam meydanı 13. yüzyılda gel-gitlerin su baskınlarını önlemek ve insanları korumak amacı ile inşa edilmiş. Meydan da daha sonra belediye binası olarak inşa edilen Royal palace bugün kraliyet ailenin yaşadığı yermiş. Meydanda ayrıca Avrupa'nın en büyük oteli Grand Hotel Krasnapolsk , Mademe Tussaud's ve Nieuwe Kerk - Yeni kilise bulunuyor. Meydanın karşısındaki anıt  Nationel Monument ' 2 dünya savaşında ölenler anısında yaptırılmış. 

Red Light District fuğuşun kırmızı ışıklı kapılar ardında yapıldığı, Amsterdam'ın en ünlü sokağı. 14. yüzyılda balıkçı kasabası olan bölgeye gelen denizciler için kurulduğu bilinmekte, dünyanın en eski genel evini görmem lazım gibi bir yanılgıya düşmeyin en eskisi Pompei deymiş. :) Dar sokaklarda camekanlar ardında çıplak bedenlerin sergilendiği, ufak şovların yapıldığı yer bugün hem faaliyetine devam ediyor hem de turizmin için bölgeye gelenlerin seyir amaçlı uğrak noktası. Çoğu noktası iki kişinin yan yana ancak geçeceği kadar dar sokaklarda fotoğraf çekmek yasak, çekmeye kalkarsanız hatunların çığlıkları yükseliyormuş, ayrıca makinanıza da el koyabiliyorlarmış.. İlginç bir yer, fuğuş mekanı ama bayanlar da turist olarak rahatça gezebiliyorlar. Polis koruması altında, kamera sistemleri ile korunduğu için güvenlik olarak bir sakınca yok. Böyle bir konsept dünyanın başka bir noktasında yoktur herhalde.. Yandaki fotoğraf da gündüz gözü ile kırmızı ışıklı sokaklardan birinin henüz başından çekilmiş bir kare. 


Red Light'ta kanal kıyısında keyif zamanı.. Kıyıya yakın masalardan birisine oturup kahve ısmarlıyoruz. Hava mükemmel, sıcak değil ama soğukta değil.. Sonbahar yaklaşırken hafif esintiler olur ya işte tam da öyle, püfür püfür kısaca.. Biz kahvelerimizi içerken yanımızdan geçen bir teknedeki gayler de samimi pozlar vererek şaraplarımı yudumluyor. Bizim keyif kısa sürüyor tabi, kanalların kıyısından yürümeye devam. Görülecek yerler var! Birbirine çok yakın çiçek market,ünlü meydanlardan biri olan Rembrandt Square ve Leidseplein da sıra.


Muntplain'den geçip Singel'deyiz, Çiçek Pazarına dalıyoruz.  Pazar su üstünden yüzen bir platform olarak yapılmış belli bir süre sonra da karaya sabitlenmiş. Pazar rengarenk  ama lale mevsimini tabi kaçırdık. Biz haziranın 15'inde oradaydık ve lale mevsimini 15-20 gün ile kaçırmış oluyoruz. Mayıs lalelerin ayı aklınızda bulunsun!! Soğanı Hollanda'ya Osmanlı sayesinde gitmiş ama bu konuda ülkemizden çok ilerideler. Aklınıza gelebilecek her renkte lale var. Canlısını göremesek bile soğanlarını almayı ihmal etmedik. 100'lü paketlerin fiyatları çok uygun, 8 euro.

Rembrandt Square buradaki büyük meydanlardan bir tanesi. Çokta keyifli bir yer, etrafı cafelerle dolu. Adını ünlü ressam Rembrandt van Rijn'den almış.



Leidseplein ise şehrin en renkli ve canlı meydanı.. Burada daha çok cafe, daha çok hareket ve ses var. Ama her şey sanki uyum içinde gibi.. Roma curcunası yok kısaca :)
Meydanı çok sevdiğimiz için biraz mola vermeye karar veriyoruz. Paris'teki gibi sandalyelerinin meydana dönük olduğu cafelerden birisine oturuyoruz. Birlikte ufak bir tatil için Viyana'dan gelen kardeşlim de bizimle. Güzel bir sohbet içindeyken yan masamızdaki yeşil ojeli ve hiç de Türk'e benzemeyen bayan sohbetimize dahil oluyor. Biraz tuhaf biri, kafası da güzel gibi ama hoş sohbet.. Şehrin aşığıymış. 14 yıl önce ilk geldiği bu şehre aşık olup her yıl yeniden gelmeye başlamış. Sokak sokak her yeri hikayeleri ile birlikte biliyor. Son yıllarda artık bir kaç günlük kaçamaklar yetmediği için yazlarını Amsterdam da geçirmeye başlamış.. Sohbeti hoş, kafası güzel ablamız tiyatro sanatçısıydı..



Museum Plane gidiyoruz. Burası en önemli müzelerin bir arada olduğu meydan. Zamanımız az olduğu için bizim tek seçimimiz Van Gogh oluyor. En büyük müze ise Rijkmuseum (Hollanda Ulusan Müzesi) içinde 8000 bin parça sergileniyormuş. 1885 yılında açılın müzeye kraliçe tarafından ayrılan 300 milyon euro bütçeyle tadilat yapılmış, 10 yıl sürek tadilattan sonra Nisan 2013 te yeniden hizmete açılmış. Ben gidemedim ama görülmeye değer olduğu kesin. Bir daha ki sefere diyoruzz..



Van Gogh Museum 1973 yılında kurulmuş ve Van Gogh tablolarının büyük kısmı burada bulunuyor. Hollanda'nın en çok ziyaret edilen müzesi. Müze de Van Gogh'un 200 resmi 500 tane de çizimi var. Ama en sevdiğim Yıldızlı gece yoktu :( Giriş 15 euro.


Son olarak akşam yemeği için Vondelpark'tayız. Akşam pikniği desem daha doğru :) 
Voldenpark buranın en büyük parkı, 1864 de bir grup doğa sever tarafından kurulmuş. Paralarını birleştirip voltranı oluştuşmuşlar. :)  8 hektarlık alan üzerine kurulan park daha sonra genişletilmiş. Şehrin kalbindeki orman gibi. Her daim yağışlı olan kuzey ikliminde cennetten bir köşe. Hıı bir de temiz, çook temiz. Fazladan bir günümüz olsa tamamını bu parkta mayışarak geçirebileceğimiz kadar da güzel. Park bataklık üzerine kurulu olduğu için 25-30 yılda bir çökmeleri gidermek için peyzajdan geçiyormuş. İste keşke bisiklet kiralasaymışız dediğim tek an bu parka gelmemizde oldu..


2.gün önce kanal kenarında kahve ve yürüyüş ile başlıyoruz güne. Artından Nieumarkt'a 1488 de inşa edilmiş Wagg'ı görmeye gidiyoruz. Wagg Amsterdamı çevreleyen surlardan şehre girmek için kullanılan 3 kapıdan birisiymiş. Rembrandt tablolarına da konu olmuş bina küçük bir saray görünümünde. Çevresinde  kurulan sebze pazarına da göz atıp yeniden kanal boyuna.. 

Muntplein'a kadar yürüyoruz. Gece Prag da buluşmak üzere kardeşimden ayrılıp ara sokaklara devam ediyoruz. Bu arada Hollanda'nın peyniri, patatesi  dışında özel yemekleri falan yok. Çok özel değil ama patates kızartması baya iyi, çıtır çıtır ve lezzetli, denemekte fayda var. 1 külahı 3 euro falan. Amsterdam da genelde fiyatlar şöyle; çok pahalı değil ama ucuz da değil şeklinde. Cafeler de ödediğimiz rakamlar öyle insanın içine oturacak tutarlar değil. (Tabi lüks yerler hakkında bilgim yok, günlük hayatım içindeki sıradan cafelerden bahsediyorum. 

Şehirde son saatlerimizi kanal kenarında geçirdik,tramvay ile bir kaç durak ilerleyip yeniden kanal kenarına indik. Zaman çok olsa inanın bütün kanallardan geçmek istenecek kadar güzeller. Evlerin mimarisi her kanala ayrı bir tablonun içindeymişsiniz havası katıyor.  


Kilometrelerce devam eden kanallar arasında sürekli kaybolma hissi yaşayacağınız bir şehir burası. Birbiri ardına sıralanan kanallar, çiçekler ile süslenmiş köprüler, kanaldaki tekneler arasında tam bir keyif şehri. Keyif kelimesinin anlamı Amsterdam olarak değiştirilebilir bence, tabi bir çok insan için sadece yaz aylayında geçerli olabilir.. :) Bu güzelliğin kışı pek fenaymış.. Soğuktur ama kar altında daha bir seyirliktir aslında.. Mesela yandaki gibi..(iç ses, bu kış!!)


Şehir o kadar küçük ki Amsterdam kart almaya gerek bile görmedik. Neredeyse her yeri yürüyerek gezmek mümkün. Biz daha çok yürüyoruz ara sıra da tramvay ile geziyoruz. Zamanınız kısıtlıysa tramvay ile de bir tur yapın mutlaka..Yürürken tek yapmamız gereken bisiklet trafiğine dikkat etmek. Şehirde yoğun bir bisiklet trafiği var, araç trafiği falan da araç değil bisikletlere göre düzenlenmiş desem yanlış olmaz. Kaza durumunda bisiklet sürücüsü her durumda haklı! Aman dikkat :) Para cezaları biraz tuzlu.

Amsterdam'da mutlaka görülmesi gereken noktalar birbirine yakın ve yürüme mesafesinde. Kanal kenarlarında uzun yürüyüşler yapınca zaten görülmesi gereken her şeyi görüyor olacaksınız.
Hollandanın meşhurları arasında tahta ayakkabılar geliyor, klompen denilen bu ayakkabılar giyilmek için değil süs amaçlı. Hediyelik eşya için de en uygunlardan birisi. Giyilebilir büyüklükte olanları hatta dev klompenler de şehrin bir çok noktasında var. 

Peynirleri  gurmeler ve lale soğanı ise çiçek severler için güzel hediyeler olabilir. 

Wifi cep telefonunuza internet paketi almanızı gerektirmeyecek kadar çok.. Bütün müzelerde ve çoğu parkta wifi alanı, bazı noktalarında ise yine ücretsiz wifi bağlantıları var.

Ulaşım: Hava limanından şehir merkezine gitmek için tren garını kullanmanız gerekiyor. Osdorp civarında iseniz limana otobüs ile gidebilirsiniz. Tren ile gidişlerde havalimanı bileti almanız gerekli, osdorp civarından otobüs ile giderseniz günlük ulaşım kartımız geçerli. Günlük ulaşım kartı 7 euro- 24 saat geçerli

I Amsterdam kart: Ücretsiz ulaşım, Van gogh'ta dahil bir çok müzeye ücretsiz giriş, bazılarında ise %25 indirim sağlar. 2 den fazla müzeye girmeyecekseniz çokta gerekli değil. Bence en cazip noktası ücretsiz 1 kanal turu ve bisiklet kiralamada %25 indirim. Schipol havalimanından, ana tren garından, otelinizden, müzelerden veya turizm ofislerinden alabilirsiniz.
24 saat geçerli kart 40 euro- 48 saat geçerli kart 50 euro-72 saat geçerli kart 60 euro


Kart Amsterdam'a ilk defa gidenler ve sadece bir kaç gün kalacaklar için bence gereksiz. Şehir tam bir müze cenneti, hepsini değil mutlaka görülmesi gereken 
1-2 tanesini gezmek bile yarım gününüzü alıyor.Tabi ben bir bakıp çıkacaktım havasında değilseniz:) Zaten 2-3 gününüz var.. Bisiklet olayı da güzel ama ilk gidenler için yoğun bisiklet trafiği zorlayıcı olabilir. Bisiklet tepesinde fotograf çekmek ayrıca dert , zart diye yolun ortasında duramıyorsunuz arkanızda onlarca bisiklet var gibi gibi..

Gitmeden;
Ne yapın ne edin Amsterdam'da en az 3 tam gün kalacak şekilde plan yapın!! 2 gün çok yetersiz, merkezde mutlaka görülmesi gereken yerler 2 günde bitiyor ama şehrin biraz dışına çıkamıyorsunuz, bu yüzden gitmeden yapmanız gereken en önemli şey en az 3 gün kalacak şekilde program yapmak. Ben de bir daha ne zaman gideriz şeklindeki çalışmalarıma başladım bilee :)

Şehir küçük kaybolmazsınız fakat kaybolmuş hissini sürekli yaşarsınız, ne nerede diye Foursquare Amsterdam.. 'a bi bakmakta fayda var.


Haritanızı gitmeden temin edin çünkü turist info da çok sağlıklı bir harita yok, olanların ölçekle ilgili bir sorunu var sanırım çünkü baya aldatıcı. Harita kullanmayı bilen insanlar yürüme mesafelerini aşağı yukarı hesaplarlar ama buradaki haritalar ayrıntısız ve hesaplar hiç tutmuyor. 



Amsterdamın yasalları marijuana, magic mushroom ve spacecake  gibi ürünler kullanacaksanız dikkatli olun, aman da ne güzel, zaten yasalmış diye atlamayın. Siz en iyisi hiç kullanmayın! Ülkede yasal olan ot,çöpü yurt dışına çıkarmaya kalkmayın, hava alanında valizler didikleniyor bilginize. İllaha da çıkarıcam diyorsanız, hediyelik olan satılanları var onlardan alabilirsiniz. Girdiğiniz tüm hediyelik eşya dükkanlarında var.


Gecesi gündüzü bir kuzey şehrinde gece 23.30 çekilen bir kare..

Başımı döndüren şehir Amsterdam.. 

 Amsterdam da herşeyin müzesi var desem kimse inanmaz.. Yukarıdaki resim kanıt niteliğindedir :)


 Görmek için değil yaşamak için gelinmeli.. 

 Yada hazır gitmişken dönülmemeli.. 

 Vedalaşmalar.. 




2 yorum: